Slider

Türkiye

Zeytin Dalı Harekatı

Afrin

İdlib

Rusya

Ypg

İdlib Anlaşması: Merak Edilen Detaylar


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından 17 Eylül’de Soçi’de düzenlenen Suriye konulu zirvede iki ülke İdlib Anlaşması’na imza attı. Anlaşma sonrası Rusya, İdlib’e operasyon düzenlenmeyeceğini duyurdu. Peki anlaşmanın ana başlıklarını neler oluşturuyor?
Anlaşmanın en önemli sonucu çatışmaların sona erdirilmesiyle birlikte İdlib sınırları ve çevresinde‘silahtan arındırılmış bir bölge’ oluşturulması. 15-20 KM’lik bir alan kurulacak ve bu alanda ağır silahlar bulunmayacak. Bu bölgenin güvenliği için Türk ve Rus askerleri devriye gezecek. Bir diğer önemli başlık ise ticaret ile ilgili. Türkiye’nin teklifiyle Halep-Lazkiye ve Halep-Hama otoyollarını 2018 sonuna kadar yeniden ulaşıma açma kararı alındı. Bu otoyollar aynı zamanda M4 ve M5 otoyolları olarak da biliniyor.

İdlib Anlaşması İle İlgili Merak Edilen Sorular ve Cevapları

Şu anki İdlib sınırları değişecek mi?
Yapılan anlaşma ile İdlib’in 17 Eylül 2018’e kadarki olan sınırları aynı kalacak.
Silahsızlandırılan alan nasıl oluşturulacak?
Rus ve Türk heyetlerinin çalışmaları sonucu 15-20 KM arasında bir bölge terör örgütleri ve ağır silahlardan arındırılacak. Bazı bölgelerde 15km, bazı bölgelerde ise 20 KM bu alana dahil edilecek. Bu bölgenin kurulmasının asıl amacı bölgeyi ağır silahlardan arındırmak.
Silahsızlandırılan alanda muhalifler ve siviller olacak mı?
Oluşturulması planlanan bölge ağır silahlardan arındırılacak. Buradan sadece terörist gruplar çıkartılacak. Ilımlı muhalif olarak nitelendirilen gruplar sivillerle birlikte bölgede yer alacak. Hatta muhaliflerin elindeki hafif silahlar kalacak.
Ateşkes sağlandı mı?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na göre evet. Çavuşoğlu, bu anlaşma ile ateşkesin sağlandığını fakat İdlib’den de başka yerlere taciz olmaması gerektiğini söyledi. Rusya Savunma Bakanı Şoygu’nun açıklamasına göre de İdlib’e herhangi bir operasyon düzenlenmeyecek. Anlaşılan o ki HTŞ gibi terör örgütlerinin herhangi bir saldırısına sava şuçaklarıyla cevap verilecek.
Türk askeri İdlib’de kalacak mı?
Astana Görüşmeleri kapsamında Türk askerinin İdlib’de 12 gözlem noktası yer alıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, bölgenin güvenliği için asker tavviyesi yapılacağını yineledi. Hatırlandığı üzere Türkiye, Rusya ve İran tarafından düzenlenen Tahran Zirvesi sonrası bu noktalara askeri takviye yapılmıştı.
İran veya rejim güçleri bölgede bulunacak mı?
Ne İdlib’de ne de oluşturulacak silahsız bölgenin muhaliflerin kontrolündeki kısmında İran, rejim güçleri ve Şii milisler yer almayacak. Burasının güvenliğinden Türk ve Rus askeri polisi sorumlu olacak.

İdlib Anlaşması Hakkında Kim Ne Dedi?

Avrupa Birliği: Türkiye ve Rusya’nın İdlib’de silahtan arındırılmış bölge oluşturulması kararının ‘sivil hayatların korunmasını garanti altına almasını’ istedi.
Esad rejimi: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında varılan İdlib’de silahsız bölge mutabakatını memnuniyetle karşıladıklarını söyledi.
Suriyeli muhalifler: Müzakere Yüksek Komitesi Sözcüsü Yahya el Aridi, Rusya ile Türkiye arasında İdlib’de silahsızlaştırılmış bölge oluşturulması konusunda varılan anlaşmanın iki ülke için olacağı gibi, Suriyeli siviller için de yararlı olacağını ve kararla birlikte 3 milyondan fazla sivilin korunacağını söyledi.
İran: Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, aktif diplomasinin İdlib’deki savaşı durdurduğunu ve diplomasinin etkili olduğunu belirtti.
ABD: Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) Direktörü Robert Ashley, Soçi Zirvesi’nin Suriye’deki çatışmanın çözümü açısından umut verici olduğunu belirtti.
BM: Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric “Rusya Devlet Başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki toplantı çok önemli bir toplantı ve umarız İdlib’deki sivillere olumlu etkisi olur. İdlib’de siviller büyük tehlike altında” şekilnde zirveyi yorumladı.

YPG’ye Yönelik Suikastler Artıyor


YPG terör örgütü Suriye genelinde IŞİD’e karşı yıllarca süren savaşta geniş topraklar ele geçirdi. 2014’ten bu yana süren çatışmalar 2018’in Temmuz ayına gelindiğinde farklı bir boyuta taşındı.19
YPG Suriye genelinde, Temmuz ayından bu yana 4’ü örgütün sözde istihbarat sorumlusu veya komutanı olmak üzere 215 militanını suikastler sonucunda kaybetti.
Haritayı kontrol ettiğimizde karşımıza iki tablo çıkıyor. Birincisi Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Afrin Operasyonları ile YPG’nin fiili olarak Akdeniz’e inişini engellemesi, ikincisi ise YPG’nin “Rojava (Batı Kürdistan)” olarak tanımladığı bölgenin çok daha geniş bir alanına yayılması.
Burada çok yüksek ihtimalle YPG’nin “rızası” yok, ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede Suriye’nin doğusunun tamamında ısrar etmesi, örgütü bu alanlara yaymış durumda. ABD, YPG’nin Arap halkları ile arasında bir sorun yaşanmaması için aracılık etmiş olacak ki örgüt “kabuk değiştirerek” Şemmar aşiretinden ciddi manada militan devşirerek SDG (Suriye Demokratik Güçleri) denilen isim/yapı değişikliğine gitti ve %40’ı Arap olan bir yapılanmaya büründü. Lakin bunun da suikastleri engellemede başarı olduğu söylenemez çünkü bölgesel kaynakların, örgütün halka davranış biçiminde, protestolara verdiği karşılıkta, önemli değerlerle ilgili tutumunda ciddi sorunlar olduğu rapor edilmekte. Bu bağlamda örgüt karşıtı hareketlerin eylem kabiliyeti arttığı düşünülebilir.
Örgüte yönelik suikastler genellikle Rakka – Deir ez Zor – Haseke üçgeninde gerçekleşiyor. Ayrıca Menbiç’te de buradan farklı olarak özellikle örgütün yüksek kademesinde bulunan üyeler seçiliyor.
Rakka-Deyri Zor-Haseke üçgeni
Saldırılarda genellikle EYP (El yapımı patlayıcı) kullanılırken, son zamanlarda özellikle Haseke ve Deir ez Zor bölgelerinde örgüt üyeleri IŞİD tarafından pusuya düşürülüyor ki bunu örgütün Amaq adlı haber servisinden veya yerel kaynaklardan öğreniyoruz. (Deir ez Zor 24,Raqqa 24 gibi.)
SDG/YPG’nin “üst kademe” üyelerinin Suriye’de suikastlere uğradığı yerler ve tarihleri:
Butaji isimli örgüt üyesi, 26 Ağustos, Suluk (Rakka kuzeyinde bir kasaba) 
İsmi bilinmeyen örgütün istihbarat üyesi, 30 Ağustos, Menbiç.
Abdurrahman Mahmut Cafer, 10 Eylül Menbiç.
Ali Şir, 18 Eylül Haseke.

IŞİD’in Rakka, Deir ez Zor ve Haseke üçgeninde uyuyan hücrelerinin yavaşça uyanmaya başladığı yorumunu yapmak mümkün. Bunun başlıca sebebi de daha önce bahsettiğim gibi, YPG’ örgütünün halka muamelesi ve değerlere karşı olan tutumu olabilir. Bu şekilde bölge halkının “uyuyan hücreler” hakkında YPG’ye bilgi vermediği kanaatindeyim. Tabi bir başka sebep, Rakka Operasyonu sırasında orantısızca hava operasyonları kullanılması ve bunun getirdiği yıkım olarak yorumlanabilir.
Gelecek günlerin ne getireceği bilinmez lakin, “YPG” örgütünü Suriye’de büyük sorunların beklediğini düşünmek mümkün. Nitekim Türkiye’nin de örgütü bölgede istemediğini biliyoruz ve bu konuda Amerikalılar ikna edilirse, ciddi gelişmelerin yaşanması daha hızlı bir şekilde gerçekleşebilir.



Esad rejimi Fırat Kalkanı bölgesinin karşısına yığınak yapıyor

Suriye'de Esad rejimi ve destekçilerinin Fırat Kalkanı Harekatı'yla kontrol altına alınan bölgedeki cephelerin karşısına yığınak yaptığı bildirildi.



Suriye'de Beşar Esad rejimi ve destekçileri, Fırat Kalkanı Harekatı'yla terörden arındırılan bölgelerin karşısındaki cephe hatlarına da askeri yığınak yapmaya başladı.
Bölgedeki AA muhabirlerinin bildirdiğine göre, Esad güçleri, terörden temizlenen Fırat Kalkanı bölgesinin karşısındaki cephe hatlarına askeri sevkiyat yapıyor.
Sevkiyatlar, terör örgütü YPG/PKK işgalinde bulunan Deyr Cemal, Tel Rıfat, Ayn Dakne, Ahras, Harbil, Umgura, Umhuş bölgelerine ve Bab ilçesi karşısındaki Tadif bölgelerine yapıldı.
Rejim bölgeye piyade unsurlarının yanı sıra çok sayıda tank, zırhlı araç, top ve füze bataryası ve ağır silah da sevk etti.
Askeri sevkiyatlarda Esad rejimi, Bab ve Azez kentleri karşısında terör örgütü YPG/PKK ile ortak kontrol ettiği hattı güçlendirme çalışmalarını sürdürüyor.

Deyr ez-Zor’da ne oluyor?


Deyr ez-Zor’da ne oluyor?
2017 yılının son çeyreğinde gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda büyük bir kısmı DAEŞ’ten geri alınan Deyr ez-Zor vilayeti, jeostratejik ve jeoekonomik dinamikler açısından Suriye iç savaşındaki kritik cephelerden biri olarak öne çıkmaktadır. Deyr ez-Zor’un sahip olduğu önem nedeniyle sahadaki aktörler, bölgede stratejik dengeyi kendi lehine oluşturmaya ve böylece Suriye’nin doğusu ve Suriye sahasının önemli bir bölümünde inisiyatifi ele geçirmeye çalışmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, bir tarafta Esed rejimi, İran ve Rusya, diğer tarafta ise ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin Deyr ez-Zor’da oluşturmaya çalıştığı stratejik dengeyi ele almaktır. Bu çerçevede, ilk olarak sahadaki aktörlere yer verilecek, ardından sahadaki gelişmeler taraflar açısından açıklanacak ve nihayet, bu gelişmeler ışığında Deyr ez-Zor’daki mevcut duruma ilişkin bazı tespitlerde bulunulacaktır.
Sahadaki Aktörler
Suriye iç savaşının Deyr ez-Zor cephesinde DAEŞ; rejim güçleri ve ona bağlı milisler, İran ordusu ve ona bağlı milisler, Rusya ordusu ve ona bağlı paralı askerler; Uluslararası Koalisyon bünyesinde yer alan ABD, Fransa ve İtalyan güçleri ile SDG; İsrail Hava Kuvvetleri ve Irak Güvenlik Kuvvetleri gibi aktörler faaliyet göstermektedir.
Sahadaki gelişmeler
Deyr ez-Zor vilayetinde halihazırda rejim güçleri, SDG ve DAEŞ’in kontrol ettiği bölgeler bulunmaktadır. Suriye rejimine bağlı güçler ile SDG unsurları arasında Fırat Nehri’nin defacto sınır oluşturduğu vilayette DAEŞ güneydeki çöl arazisinde, güneydoğuda Fırat Vadisi üzerinde Hajin – Ebu Kemal koridorunda ve doğuda Suriye-Irak sınır hattı üzerinde mevcudiyet göstermektedir.
  1. a) Esed rejimi, İran ve Rusya bloku:
Rusya ve İran’ın yardımıyla ülkedeki hakimiyet alanını genişletmeye çalışan Esed rejimi, ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon desteğiyle SDG’nin Rakka’yı ele geçirmeye yönelik operasyonunun devam ettiği süreçte Deyr ez-Zor gibi stratejik önemdeki bir bölgeyi geri alarak sahada stratejik ve psikolojik açıdan önemli bir kazanım elde etmiştir.
Stratejik açıdan bakıldığında Esed rejimi, Deyr ez-Zor şehir merkezini ve Ebu Kemal’i ele geçirerek Fırat Vadisi ve Suriye-Irak sınır hattı üzerinde bir denge kurabilmiştir. Psikolojik açıdan ise Rakka’nın SDG unsurlarınca ele geçirilmesine rağmen devam eden DAEŞ tehdidi karşısında Deyr ez-Zor’u geri alarak Suriye sahasındaki terörle mücadelede ana aktörün kendisi olduğu mesajını vermeye çalışmıştır.
Deyr ez-Zor vilayetine yönelik operasyonlar, Rusya’nın hava desteğiyle rejim ve İran güçleri ile bunlara bağlı milis unsurların sahada birlikte başarılı olabildiklerini göstermesi açısından önemli olmuştur. Öte yandan, bölgeye yönelik operasyonlar esnasında Rusya, Admiral Essen fırkateyninden fırlattığı Kalibr seyir füzesiyle DAEŞ hedeflerini vurarak Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı aracılığıyla Deyr ez-Zor üzerinde güç gösterisinde bulunmuştur (1). İran ise Devrim Muhafızları Ordusu’na mensup askeri yetkililer ile çok sayıda milis unsuru bölgeye konuşlandırarak Şii koridoru projesi kapsamında Deyr ez-Zor’un ele geçirilmesine atfettiği önemi adeta ilan etmiştir (2).
Deyr ez-Zor’da Rusya ile İran’ın yardımlarıyla faaliyetlerini artıran Esed rejimi, bölgede hem yerel aşiretlere bağlı unsurlar hem de İran güdümündeki milis gruplar aracılığıyla askeri dengeyi kendi lehine kurmaya çalışmaktadır. Nitekim, geçtiğimiz ay biraraya getirdiği yerel aşiretlerden Uluslararası Koalisyon’a ve SDG’ye karşı destek sözü alan Esed rejiminin, son dönemde İran ve Rusya’nın da desteğiyle Deyr ez-Zor’daki aşiretlerden Liva El Bakır milis grubu saflarına yeni üyeler kattığı belirtilmektedir (3). Öte yandan Esed rejiminin, İran ordusu ve onun güdümündeki Lübnanlı, Filistinli ve Iraklı milislerin mevcudiyeti sayesinde Deyr ez-Zor’daki stratejik dengeyi kendi lehine oluşturma çabası içinde olduğu görülmektedir.
ABD’nin Deyr ez-Zor bölgesinde kurduğu dengeyi kendi lehine değiştirmeye çalışan Esed rejimi, özellikle son dönemde SDG’nin ABD ile ilişkilerinde yaşanan kırılganlıklardan faydalanmaya ve adeta bir havuç-sopa stratejisiyle SDG’yi kendisiyle iş birliğine çekmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Esed rejimi ile SDG arasında Tabka ve Tişrin Barajlarının işletilmesi konusunda varılan uzlaşıya ilaveten, Deyr ez-Zor’daki hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesine ilişkin bir anlaşma yapılması bu bağlamda dikkat çekmektedir (4). Öte yandan, rejim güçleri zaman zaman Fırat’ın doğusunda SDG’nin bulunduğu bölgelerde saldırılar düzenleyerek gerektiği takdirde SDG’ye karşı kuvvet kullanabileceği şeklinde bir mesaj da vermektedir (5).
  1. b) ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon ve SDG bloku:
Deyr ez-Zor’da Uluslararası Koalisyon bünyesinde Fransa ve İtalya ile birlikte hareket eden ABD, bölgede SDG eliyle hem Fırat Vadisi hem de Suriye-Irak sınır hattı üzerinde stratejik bir denge yaratmaya çalışmakta olup, bu denge ABD’nin hem Suriye hem de Irak’a ilişkin planları açısından önem arz etmektedir.
ABD halihazırda Fırat Nehri’nin doğusunda SDG’nin kontrolündeki hidrokarbon kaynaklarının bulunduğu bölgelerin hakimiyeti üzerine kurulu olan dengenin bozulmamasına özen göstermekte ve bu kapsamda, Deyr ez-Zor’da rejim güçleri ve rejim yanlısı unsurların Fırat Nehri’nin doğusundaki petrol alanlarına yönelmesi karşısında hava saldırıları gerçekleştirmekten çekinmemektedir (6).
Deyr ez-Zor’daki etkinliği sayesinde Suriye-Irak sınır hattı üzerinde kontrol tesis eden ABD, bu yolla bir yandan SDG unsurlarına güvenli bir devlet(çik) sınırları yaratmaya, diğer yandan da Suriye-Irak sınır hattında İran güdümündeki milis unsurların hakimiyet kurmasını engellemeye çalışmaktadır.
ABD, Uluslararası Koalisyon ortaklarına ilaveten bölgede zaman zaman İsrail ve Irak Hava Kuvvetleri’nin operasyon düzenlemesini sağlamaktadır. Nitekim, geçtiğimiz Haziran ayında İsrail Hava Kuvvetleri, Ebu Kemal ilçesine gerçekleştirdiği hava saldırısında İran ordusu mensupları ile İran güdümündeki Şii milisleri hedef almıştır (7). Yine geçtiğimiz aylarda Irak Hava Kuvvetleri, Suriye sınırları içerisinde DAEŞ’e karşı hava saldırıları gerçekleştirmiştir (8). Ayrıca, ABD’nin Irak ordusu ile SDG arasındaki eşgüdümü artırma çabaları sonucunda, Irak ordusu ile SDG tarafından geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında Deyr ez-Zor vilayeti sınırları içerisinde ortak operasyonlar düzenlenmiştir (9).
Güneyde ve batıda Fırat Nehri’ni doğal sınır haline getirerek Suriye’nin kuzeyinde bir devlet(çik) kurmaya çalışan SDG ise Deyr ez-Zor’da “DAEŞ’e karşı savaşan bir aktör” olarak hem ontolojik bir meşruiyet sağlamakta, hem de topraksal hakimiyetini bölgedeki hidrokarbon kaynakları ile bunların işletim tesisleri ve iletim altyapısını içerecek şekilde muhafaza etmektedir. SDG ayrıca, Uluslararası Koalisyon’un desteğiyle yürütülen “Operation Roundup” kapsamında Suriye-Irak sınır hattında tam kontrol kurmaya çalışmakta ve bu yolla hem Kuzey Suriye Federasyonu olarak adlandırdıkları bölgenin, hem de Irak üzerinden kullanılan ikmal hattının emniyetini sağlamayı amaçlamaktadır (10).
Sonuç
Jeostratejik ve jeoekonomik dinamikler açısından Deyr ez-Zor, Suriye iç savaşındaki kritik cephelerden biridir. Deyr ez-Zor’da stratejik dengeyi kendi lehine oluşturabilen taraf, Suriye’nin doğusunda ve genel olarak Suriye sahasının önemli bir bölümünde inisiyatifi ele geçirme fırsatına sahip olabilecektir.
Deyr ez-Zor üzerinde yaşanan çok-aktörlü stratejik rekabet, bölgesel jeopolitik açısından önem arz etmektedir. Deyr ez-Zor bir taraftan İran’ın Akdeniz’e uzanan Şii koridoru projesi kapsamında önemli geçiş güzergahlarından biri iken, diğer taraftan ABD’nin SDG eliyle hem bölgedeki petrol ve doğal gaz alanlarına hükmettiği, hem de Suriye-Irak sınır hattı üzerinde kontrol tesis ettiği bir noktadır.
Deyr ez-Zor’un hakimiyeti konusunda askeri ve siyasi açıdan rekabet halinde olan Esed rejimi ile SDG’nin bölgedeki enerji kaynaklarına ilişkin iş birliği kararı, Deyr ez-Zor’da stratejik dengeyi sağlamak üzere taraflar arasında müzakere seçeneğine de başvurulabileceğini göstermektedir. Nitekim, Deyr ez-Zor’da ne Esed rejimi ne de SDG, kontrol ettikleri bölgelerde mutlak hakimiyeti sağlayamamış olup, mevcut durumda tarafların birbirleriyle çatışmak yerine masaya oturarak müzakerede bulunmayı tercih etmeleri mümkün görünmektedir.
Deyr ez-Zor’da devam eden DAEŞ mevcudiyeti, bölgede güvenlik ve istikrarın tesis edilmesini zorlaştırmaktadır. Deyr ez-Zor’un sunduğu coğrafi avantajlardan faydalanan DAEŞ, halihazırda bölgede tutunmaya ve saldırılarda bulunmaya devam etmektedir. Bölgedeki DAEŞ tehdidinin ortadan kaldırılması hem rejim güçlerinin hem de SDG’nin sahadaki hakimiyetine bağlı olmakla birlikte, Deyr ez-Zor’da bir taraftan Esed rejimi ve İran’ın Şii-Sünni ekseninde mezhepçi, diğer taraftan SDG ve ABD’nin Kürt-Arap ekseninde ayrımcı politikalar izlemeleri, önümüzdeki süreçte bölgede DAEŞ ve benzeri radikal grupların yeniden melce bulmasına yol açabilecektir

Bedelli askerlik başvuru kılavuzu yayımlandı

Bedelli askerlik başvuru klavuzu yayımlandı. Son dakika Bedelli askerlik başvuru klavusu http://www.asal.msb.gov.tr/ adresinden yayımlandı.


Bedelli askerlik başvuru klavuzu yayımlandı. Son dakika Bedelli askerlik başvuru klavusu http://www.asal.msb.gov.tr/ adresinden yayımlandı. dakikalar içinde gelen yoğun ilgiden dolayı asal.msb.gov.tr erişime kapandı. Şuanda asal.msb.gov.tr’ye erişemediğim izden dolayı bizler de başvuru kılavuzunu alamadık. site tekrar aktif olunca haberi güncelleyip tekrar bildirim atacağız bildirimleriniz aktif değil ise sol üst köşede çıkan uyarıya tıklayarak bildirimleri aktif edin. Son dakika haberlerini kaçırmayın.
Konu İle ilgili sosyal medyada paylaşılan bu görsel sizlere yardımcı olacaktır.

Ödemeler Halkbank ve Ziraatbankası'na Başvurular yapıldıktan sonra 3 Kasım tarihine kadar yapılacak ve ardından alınan 3 adet dekont askerlik şubesine verilecektir.

Ticaret Savaşları ve Dünyada Son Durum


Dünya ekonomisinde mevcut olan korumacılık politikaları, geçtiğimiz 4 ay içinde büyük ölçüde arttı. Korumacı ekonomik politikaların aşırılaşmasının sonucu olan Ticaret Savaşları, tüm dünyanın gündemine oturmuş ve ‘Dünya Ticaret Savaşı’ sorusunu akıllara getirmişti.
 Öncelikle Ticaret Savaşının ne olduğuna bakalım. Ticaret Savaşları, bir ülkenin ithal ettiği ham maddelere yüksek oranda vergi ve/veya kota koymasıyla (ya da mevcut vergilere ek vergi koymasıyla) beraber gümrük duvarlarını yükseltmesidir. Bu süreçte ham madde ihraç eden ülkeler de vergi kararlarına karşı misillemeler yapabilir. Bu misillemelerin karşılıklı olarak artması sonucunda küresel gerilim artar.

Ticaret Savaşları Niye ve Nasıl Başladı?

Metalin ham maddesi olan çelik ve alüminyum, üretimde çok yaygın olarak kullanılır. İnşaat malzemeleri, otomobil ve uçak yapımı kullanıldığı alanlardan bazılarıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde mevcut çelik ve alüminyum kaynakları ülke ihtiyacının çok altında. Üstelik çelik ve alüminyum  sektörü bir hayli sıkıntılı. Çelik ve alüminyum üreticileri Trump’ın ifadesiyle ‘uzun yıllardır can çekişiyor’. Bütün bu sorunlara yönelik ABD Başkanı Donald Trump, 1 Mart 2018 günü Amerikalı Çelik ve Alüminyum Sektörü Yöneticileriyle Beyaz Saray’da bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının amacı, yerli alimünyum ve çelik endistrisini korumak ve yerli üretimi artırmaktı. Toplantıda alınan kararlara göre ABD, çelik ithalatında yüzde 25, alüminyum ithalatında ise yüzde 10 ek gümrük vergisi uygulayacak. Bu sayede ithalat azaltılmış olacak ve ihtiyaç duyulan çelik ve alüminyum ülke içinde üretilecekti. Bu yolla yerli üretim de teşvik edilmiş olacaktı. Alınan kararları bir Ticaret Savaşına dönüştüren faktör ise ABD’nin dünyanın en büyük çelik ve alüminyum ithalatçısı olmasıdır. ABD, her yıl tükettiği 100 milyon ton çeliğin üçte birini ve 5,5 milyon ton alüminyumun %90’ını ithal ediyor. Bununla beraber Çin’in dünyanın en büyük çelik ve alüminyum ihracatçısı olması ve ihracatı ABD ile yapması, küresel bir gerilim için yeterli.

Ticaret Savaşları Küreselleşiyor

Kararın dünyanın en büyük çelik ihracatçısı olan Çin’i olumsuz etkileyeceği kesin. Zaten Trump’ın politikalarında Çin’i hedef aldığı bir sır değil. İlk aşamada Çin’e toplam 34 milyar dolar ek gümrük vergisi getirildi. Trump’a karşı Çin, Amerika’dan ithal ettiği en önemli ürün olan soya fasulyesine ek gümrük vergisi getirerek misilleme yaptı. Trump’ın “Ticaret savaşları iyidir ve kazanması kolaydır” tweeti, savaşın bununla sınırlı kalmayacağının göstergesi oldu. Alınan kararlar sadece Çin gibi potansiyel rakipleri değil; AB ülkelerini ve Kanada’yı da kapsaması planlanıyordu. Ek vergilerin AB ülkelerini kapsayacak olmasına misilleme olarak AB, Amerika ürünlerine toplam 3,4 milyar dolar ek vergi uygulayacağını duyurdu. Hindistan ve Türkiye, kısa zaman sonra alınan karara misilleme yapacaklarını duyurdu. İki Ülke, pirinç, otomobil ve yaz sezonunun vazgeçilmezi güneş kremlerine ek vergi koyacaklarını duyurdu. Amerika Ticaret Odasının yaptığı açıklamaya göre Temmuz ayı itibariyle Amerika ürünlerine toplam 75 milyar dolar ek vergi konulmuş olacak. Gün geçtikçe yaptırımların hacmi de artıyor. Kararın etkileri Amerika piyasalarında hissedilmeye başladı. Borsada çelik ve alüminyum ile ilgili endexlerde dalgalanmalar yaşanıyor.
İç karışıklıkların artarak devam ettiği İran, kararın etkisini fazlasıyla hissetti. İran’da ekonomik sıkıntılarla başlayan iç karışıklıklar döviz kuru nedeniyle biraz daha arttı. Son günlerde çamurlu ve tuzlu su içmek zorunda kaldıkları iddiasıyla Ruhani’nin istifasını isteyen halk, döviz kurunda İran Riyalinin dolar karşısında  kısa sürede 2 kat değer kaybetmesi üzerine gösterileri iyice artırdı. ABD’nin İran’a uyguladığı diğer yaptırımları tekrar uygulaması gündemdeki başka bir madde. Yaptırımlar için Ankara’ya gelen heyet Türkiye’nin muafiyetinin söz konusu olmadığını belirtti. AB, İran yaptırımları nedeniyle Avrupalı şirketlere olası bir ek vergiye karşı önlemler paketi hazırlıyor. En nihayetinde savaş, İran, AB ülkeleri, Kanada ve Türkiye’ye de sıçradı ve ‘Dünya Ticaret Savaşı’ olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Trump’ın Seçmenleri Yaşananları Normal Karşılıyor

Politika incelendiğinde, politikanın Amerikalı üreticiler için kısa vadede gerçekten faydalı olacağını söylemek mümkün. En nihayetinde ithalat azalınca yerli firmalara olan talep artacak ve firmalar arzı artırıp daha çok gelir elde edecek. Ama ABD’nin toplam kaynak miktarına bakıldığında ithalata mecbur olduğu görülmektedir. Kaynaklar bugünkü ihtiyacı karşılasa bile ülkenin bütün ihtiyacını karşılayabilecek durumda değil. ABD Alüminyum Birliği, kaynağın az olması nedeniyle bir kısım ithalatın mutlaka gerçekleşmesi gerektiğini savunuyor. Alüminyum temsilcileri, gümrük vergisinin sadece Çin’i hedeflemesi gerektiğini ve Kanada ile AB’yi içermemesi gerektiğini savunuyor. Nitekim AB ülkeleri ve Kanada’dan yapılan ithalat ülkede istihdamı artırıyor. Eyaletlerinde alüminyum çıkan bazı Kongre Üyeleri kararı olumsuz eleştiriyor. Eğer yeteri kadar çelik ve alüminyum sağlanmazsa hem ülke ekonomisi zorlanacak hem de çelik ve alüminyumun kullanıldığı ürünlerin fiyatlarının artmasına neden olacak. ABD’de fiyatların artması, ABD’den yedek parça, otomobil gibi ürünler ithal eden  ülkeleri sıkıntıya sokacaktır.
Küreselleşen dünyada Uluslararası İlişkiler disiplininin yükselen trendi olan çok uluslu şirketlerin bu Ticaret Savaşlarına karşı nasıl bir tutum sergileyeceği göz önünde bulundurulması gereken başka bir unsur. Çin, Amerika’ya  500 milyar düzeyinde mal satıyor; buna karşın 140 milyar düzeyinde mal alıyor. Çin’den Amerika’ya fazladan giden 360 milyar dolar ticari mal var. Bu rakamların en önemli aktörlerinden biri, şüphesiz çok uluslu şirketler.  Ek vergilerden Çin’de üretim yapan çok uluslu şirketler olumsuz etkilenirse Amerika’nın çok uluslu şirketleri ikna etmesi ve kendine inandırması gerekecek. Alınan kararın kapitalist serbest ticaret prensibine ve şirketlerin kar maximizasyonu ilkesine fazlasıyla aykırı olması göz önünde bulundurulduğunda denklem daha da karmaşıklaşıyor.
Bütün bunlarla beraber karar, Trump seçmenleri tarafından normal karşılandı. Çünkü seçim öncesi süreçte Trump, bu kararları alacağının sinyallerini vermişti